13 Aralık 2012 Perşembe

Radyoyu kim buldu?



Günümüzde hala hepimizin araçlarında müzik dinlemek, farklı söyleşileri dinlemek ve gündemden haberdar olmak için kullandığı radyo, geçmiş yıllarda televizyonun icadıyla çoğu insan tarafından kullanımdan vazgeçileceği düşünülen bir icattır. Radyonun gelişimi için farklı isimlerden, olaylardan ve keşiflerden bahsetmek gerekir ki bu konuların tamamı, modern teknolojilerin geliştirilmesine büyük katkı sağlamış devrim niteliğinde icatlar ve dahi kişiliklerin anlatılması anlamına gelir.
Radyoyu kim buldu sorusunun cevabı için akla ile olarak Hertz ve Marconi isimleri gelir ve günümüz tarihinde bu iki ismin modern radyonun gelişimine büyük yarar sağladığı kabul edilir. Ancak tarih sürecinde birçok olayda olduğu gibi perde arkasında kalan ve çoğu insan tarafından fark edilmeyen kişilerin olduğu da unutulmamalı ve radyonun icadında bilim tarihinin dahilerinden olan “Nikola Tesla” isminden de bahsedilmelidir.
Radyonun icadı için öncelikle radyo dalgalarının keşfedilmesi ve işlevlerinin tam olarak anlaşılması gerekliydi. Bilinen insanlık tarihi sürecinde radyo dalgalarını ilk olarak keşfeden isim “Heinrick Rudolf Hertz” olarak karşımıza çıkar. Berlin Üniversitesi’nde fizik öğrenimi gören Hertz, kısa süre içerisinde bu bilim dalında büyük başarılar göstererek 1885 yılında Karlsruhe Üniversitesi tarafından fizik profesörlüğüne layık görülmüştür. Fizik profesörü olduktan 3 yıl sonra da dünya tarihini değiştirecek keşfini yapmıştır. Hertz, katot ışınları üzerinde yaptığı çalışmalarla bu ışınların dalga hareketi yaptığını fark etmiş ve 1888 yılında radyo dalgalarını keşfetmiştir.
Nikola Tesla
Tıpkı ışık dalgaları gibi radyo dalgalarının da yansıma özelliğine sahip olduğunu fark eden bu bilim adamına ithafen, günümüzde kullanılan saniyedeki titreşim sayısını belirten ölçümü birimine “Hertz” adı verilmiştir. Ne yazık ki Hertz 36 yıllık kısa yaşamına radyonun icadını sığdıramadı ancak kendisinden sonrakilere dev bir miras bıraktı. İtalyan bir fizikçi, elektrik mühendisi ve mucit olan Guglielmo Marconi ise, telsiz sistemini başarılı bir şekilde geliştiren ilk isim olarak adını tarihe yazdırmayı başardı. Kısa mesafeli iletişim sağlayan telsiz sistemi radyo dalgalarının kullanılarak sesin transfer edilebileceğini gösterdiği için Marconi, günümüz modern radyolarının mucidi olarak gösterilir.
Takip eden süreçte dünya genelinde birçok bilimadamının katkılarıyla sürekli olarak geliştirilen radyo, daha sonraki adım olan televizyonun icadına da ortam hazırlamıştır. Ancak Marconi’nin kendi açıklamalarına göre; iletişim için insan sesinin radyo dalgalarıyla iletilmesi fikrini, Nikola Tesla’nın bir projesinden almıştır. Ne yazık ki radyonun icadını göremeyen Nikola Tesla, aslında modern telsizin ve dolayısıyla radyonun gerçek mucididir. Tesla öldükten 5 ay sonra Amerikan Yüce Mahkemesi, radyonun patentini Marconi’ye veren Amerikan Patent Ofisi‘nin kararını bozmuş ve patent hakkının Nikola Tesla’ya ait olduğuna karar vermiştir. Ancak bu karar için kuşkusuz oldukça geç kalınmıştır…

Fiat Panda



arabadan sonra en büyük icat bu olsa gerek böyle bir arabaya bu tekerlekler.:) ama helal olsun güzel olmuş.

11 Aralık 2012 Salı

Kağıdı İlk Kim buldu ?


Tarih boyunca insanlar, bilgiyi saklamak, bir yerlere yazmak, haberleşmek, paylaşmak istedi. İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından  birisi olan kağıt icat edilmeden önce bir çok malzeme yazı için kullanıldı.  Yazılar, taş levhalara, balçık kalıplara veya tahta üzerine yazıyorlardı. Hatta, ağaç yaprakları bile, gerektiğinde yazı yazılabilecek bir yüzey olarak kullanılabiliyordu. Peki kağıdı kim icat etti?
Bu sorunun cevabını vermeden önce Eski Mısır’da kağıt yerine kullanılan Papirüs ve deriden yapılan parşömenler hakkında bilgi verelim. Papirüs Mısırda Nil nehri kıyılarında yetişen yapraksız, üçgen gövdeli, 2-2.5 metre genişliğinde bir kamıştan elde edilmektedir. Kamışların içindeki yumuşak tabaka, ince şeritler halinde kesiliyor, birbirinin üstüne çaprazlama olarak yerleştiriliyordu. Daha sonra bunlar çiğnenerek düz bir tabaka haline getiriliyordu.Kurutulduktan sonra üzerine yazı yazılabilecek sertliğe ve inceliğe ulaşıyordu.Unutmamak gerekir ki papirüs kağıt değildir.
M.Ö. 13. yüzyılda, yazı yazmak için deriden yapılan parşömenler de ilk kez Mısır’da kullanıldı. Parşömen elde etmek için, hayvanın derisi, kireç içerisinde güzelce temizlendikten sonra, tahta bir çerçeve içinde iyice gerilerek kurutuluyordu. Daha sonra da, yazı yazmaya elverişli düz bir zemin elde edinceye kadar bıçakla kazınıyordu. Deri parşömenin ömrü, papirüse göre daha uzundu ama, fazla miktarda üretimi hayli zordu. Yine de yavaş yavaş Avrupa’ya yayıldı ve 1500 yılına kadar, özellikle dini yazılar için kullanıldı.
Kağıt ingilizcede Paper olarak isimlendirilir. Paper kelimesi köken olarak Eski Mısırda üzerine yazı yazmak için kullanılan Papirüsten (papyrus)  gelmektedir.
T'sai Lun
Kâğıt, M.Ö. 105 yılında Çin’de imparatorun danışmanı olarak görev yapan T’sai Lun adında bir saray mensubu tarafından icat edildi.  T’sai Lun Ağaç kabukları, bez parçaları ve diğer lifli malzemeleri özlü ve yumuşak bir hamur haline gelinceye kadar dövüp, elde ettiği hamuru geniş bir tekne içinde suyla karıştırarak ilk mekanik odun hamurunu elde etti. Daha sonra gözenekli bir kalıbı, hamurun içine daldırılıp yukarıya kaldırıldığında, su gözeneklerden süzülerek aşağıya akıyor, kalıbın yüzeyinde lifli bir tabaka kalıyordu. Bu tabaka bambudan yapılmış çerçevelerde gerilerek  kurutuluyordu. Üzerinden el yapımı silindirlerle geçilerek kullanıma hazır hale geliyordu.
Orta Asya’da yapılan araştırma ve kazılarda, üçüncü ve yedinci yüzyıllar arasında kullanılan kâğıtların dut ağacı kabukları,  keten veya pamuktan yapılmış olduğu anlaşılmıştır.
M.S. 7. yüzyıla kadar Çinliler, kâğıt yapımında kullandıkları formülü büyük bir gizlilik içinde sakladılar. Ancak, bu formül önce Japonların, sonra da Arapların eline geçti. Endülüs Emevilerinin 711 yılında İspanya’yı işgal etmeleri üzerine Avrupa’ya geçti. En eski kâğıt, yapımında tahta, saman ve bez kullanılmasına karşın “bez parşömen” olarak adlandırılıyordu. Her üç madde de iyice dövülerek ezildikten sonra su ile karıştırılıyor, sonra da tabakalar halinde sıkıştırılarak kurutuluyordu.
Bundan yaklaşık 2000 yıl önce Çinli T’sai Lun tarafından icat edilen kağıt halen modern çağın en önemli malzemelerinden biridir.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Dizel Motoru Kim Buldu

Bazı taşıt araçları, yol ve yapı makineleri söz konusu olduğunda, bunlarla beraber Dizel motorunun adı da anılır. Bunun nedeni, sözü edilen taşıt aracının, yol veya yapı makinesinin Dizel motoruyla çalışmasıdır. Başka türlü söylemek gerekirse, Dizel motoru bu araçların ve makinelerin hareketini,çalışmasını sağlayan güç kaynağıdır. Dizel motoru sadece taşıt araçlarında,yol ve yapı makinelerinde kullanılmakla kalmaz. Kuvvet santrallerinde,büyük yolcu gemilerinde,trenleri çeken lokomotiflerde,fabrikalarda da kullanılmaktadır.

Dizel motoru da,aslında benzin motorları gibi içten patlamalıdır. Söz konusu patlama,bir silindirin içindeki yakıtın yanmasıyla olur. Patlamayla oluşan gazlar silindirin içindeki bir pistonu harekete getirir. Yani ısı enerjisi mekanik enerjiye dönüşür.

Yukarda değinmiş olduğumuz gibi, modern teknolojide Dizel motorunun uygulandığı yerler, bunlardan yararlanılan teknik çalışma alanları saymakla tükenmez.Kuvvet santrallerinde Dizel ayarında iş veren diğer motorlar,cıva buharı ve gaz türbinleridir. Buna karşılık, cıva buharı ve gaz türbinlerinin, ağırlıkları çok fazla,taşınmaları son derece güçtür.

Bütün bunları belirttikten sonra,insanın aklında belirli bir sorunun sivrilmesi tabii bir şeydir. Dizel adı nereden gelmiştir? Bu motoru icat eden kimdir?Gerçekte,her iki sorunun cevabı aynıdır. Dizel motoru, 1858 yılında Paris'te doğan ve Alman asıllı bir ailenin çocuğu olan Rudolph Diesel tarafından icat edilmiştir. Dolayısıyla, bu motor " Dizel motoru " diye tanımlanır.1858 ve 1870 yılları arasında Paris'te yaşayan,burada okula giden Rudolph Diesel,1870 de Fransa ile Almanya arasında çıkan savaş nedeniyle İngiltere'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Sonra Münih�teki Teknik Kolej'de okudu. 21 yaşındayken mühendis olarak bu koleji bitirdi.

Kolejdeyken,öğretmeni termodinamik profesörü ünlü Von Linde idi. Von Linde, havayı sıvı haline dönüştüren ilk bilim adamı olarak tanınır. Profesör Von Linde derslerinden birinde buhar makinesinin düşük randımanından söz ettiği zaman, Dizel'in aklında daha mükemmel bir motoru gerçekleştirmek fikri doğmuştu. Böyle bir motorun pratik yönden daha büyük ölçüde yararlar sağlayacağını matematik olarak ispatlamış , 1893 yılında da bu tür bir motor yapmıştı.Motoru çalıştırmağa kalkıştığında, ilk patlamayla motor tahrip oldu.Fakat kompresyonla (sıkıştırmayla) ateşlemeli motorun çalışacağını ispat etmişti.

1897 yılında başarıyla çalışan ilk Dizel motorunu yaptı.Dünya ölçüsünde ilgi ve hayranlık yarattı.Rudolph Diesel,buluşu olan motor sayesinde büyük bir servet kazanmıştı. Gittiği her yerde saygıyla karşılanıyor, onurlandırılıyordu.

29 Eylül 1913 tarihinde, Antwerp'ten hareketle Manş'ı geçecek olan (Dresden) gemisine bindi. Londra'ya gidiyordu. Yıldızlı,açık bir geceydi. Deniz alabildiğine durgundu. Ertesi sabah (Dresden) rıhtıma yaklaştığı zaman, Dr. Rudolph Diesel'in kaybolduğu fark edildi. Yatağı bozulmamıştı. Gece boyunca onu gören kimse yoktu. Yolcular ve gemi mürettebatı arasında, Rudolph Diesel'in akıbeti konusunda yararlı bilgi verebilecek bir kişi çıkmadı.

Bunu izleyen bir yıl boyunca, Dr. Diesel'in kayboluşu hakkında çeşitli fikirler, tahminler,ihtimaller ileri sürüldü. Bazı kimseler öldüğüne inanmaktaydılar. 1914 de Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle,bu büyük mucit de unutuldu.

O tarihten sonra sadece Dizel motorunun adı anıldı.Fakat bu motoru icat eden insanı herkes unutmuştu. 

2 Ekim 2012 Salı

Mürekkep


Mürekkep çeşitli renklendirici ya da boyalar kullanılarak üretilmiş akışkan bir maddedir. Fırça ya da kalemler yardımıyla bir yüzeyi boyamak ya da yazı yazmak için kullanılır. Genellikle demir, sülfat ve az miktarda asit karışımından oluşan açık mavi veya siyah bir çözelti olan mürekkep, bu haliyle soluk göründüğünden içine toz halinde anilin esaslı boya katılmaktadır.
Mürekkeplerin ilk örnekleri günümüzden 4.500 yıl öncesinde Çin'de icat edildiği sanılan siyah renkli yazı mürekkepleridir. Bu mürekkepler isin çeşitli maddeler ile birlikte yakılmasıyla elde edilirdi. İlk mürekkep fabrikasını 1818 yılında Fransız matbaacısı Pierre Lorilleux kurdu.

 

Türleri

Mürekkebin formülü farklılık gösterse de genellikle dört bileşen içermektedir:
  • Renklendiriciler
  • Katkı maddeleri
  • Araçları (bağlayıcılar)
  • Taşıyıcı maddeler
Mürekkep genellikle dört sınıfa ayrılır:
  • Sulu
  • Likitli
  • Tutkallı
  • Tozlu

Yazma amaçlı mürekkep

Mürekkepler içlerine boya maddesi katılıp katılmamasına göre birbirinden ayrılır. Dolmakalemlerde kullanılan mürekkebin içine boya karıştırılmaz çünkü boya dolmakalemin ucunu tıkayabilir. Yazı mürekkeplerinin büyük bir çoğunluğu meşe mazısından elde edilen asitler ile içinde demir bulunan kimyasal maddelerin karıştırılması ile elde edilir. Siyah görünümde olan bu mürekkebin rengi,başka kimyasallarla açılabilir.
Kâğıt üzerine geçirilmiş mürekkep, zaman geçtikçe her koşulda koyulaşır. Bu mürekkep ile yazılmış belgelerin yaşını saptamada araştırmacıların sıkça başvurduğu bir yöntemidir.
İçlerinde boya maddesi bulunan mürekkepler ise "tükenmez kalem" olarak anılan kalemlerde kullanılır. İçlerine su da katılmayan bu tip mürekkepler, dolmakalemlerdekilerin aksine oldukça koyulardır. Keçeli kalemlerde kullanılan boya-katkılı mürekkeplerde ise kurumayı önlemek için alkol kullanılır.Bazılarında ise yaklasık %5 kadar civa vardır.Mürekkep heterojen bir maddedir. Gizli mürekkep olarak adlandırılan mürekkep çeşitleri özel ve gizli iletiler için kullanılır. Normal koşullarda görünmez olan bu mürekkepler ile yazılan yazılar, ancak ortam elverişli hâle getirildiği takdirde görünür hâle geçer. Yazılı olduğu kâğıdın uygun biçimde ısıtılması ile bu mürekkepler maviye dönebilir. Görünmez mürekkep olarak kullanılabilecek alternatif malzemeler, limon suyu, soğan suyu ve süttür. Bu maddeler ile yazılan yazılar ısıtıldığında üzerindeki yazılar kahverengine döner.

Baskı amaçlı mürekkep

Günümüzde en çok kullanılan mürekkep türü baskı mürekkebi ya da matbaa mürekkebidir. Kitap, gazeteler, dergiler, paketler, kutular, paralar, pullar afiş ve broşürler üzerinde bulunan yazı ve resimlerin hemen hepsi bu mürekkepler ile hazırlanmıştır.
Bu tür baskı işlemlerinde, mürekkebin kuruma hızı çok önemlidir. Basım makinelerinde kullanılan mürekkep kâğıt üzerine geçtikten sonra havadaki oksijeni soğurarak kurur. Kuruma işlemini daha çabuklaştırmak için mürekkebin içine kobalt, kurşun ve manganez bileşikleri atılabilir

29 Eylül 2012 Cumartesi

Telefonu Kim İcat etti?


Telefonun icadı - Telefonu Kim icat etti
Telefonun İcadı 14 Şubat  (1876)
Edinburg doğumlu Alexsander Graham Bell, Amerikan yurttaşlığına geçmişti ve sağır bir kıza aşıktı. Sağırlara nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Boston Üniversitesi'nde ses fizyolojisi profesörü iken sesleri Mekanik olarak yeniden üretme fikri kafasını sürekli meşgul ediyordu.
Ses dalgaları, Elektrik akımına dönüştürülebilirse, o zaman elektrik akımının da bir devrenin öteki ucunda yeniden sese dönüşürülebileceğini düşünüyordu. 1876 yılıydı. Bir Gün sesi taşımak üzere tasarladığı bir araçla deney yaparken, pilin asiti pantolonuna döküldü. Asistanı Thomas Watson'dan, Watson'ın binanın başka bir tarafında olduğunu bilmeden yardım istedi.
Bundan sonra neler olduğunu laboratuvar notlarında şöyle anlatır: "Ağızlıktan şu tümceyi söylemiştim: 'Bay Watson, buraya gelin. Sizi görmek istiyorum.' Şaşılacak bir şey, ama geldi ve söylediklerimi duyup anladığını söyledi. O'ndan sözlerimi yinelemisini istedim. Harfi harfine yineledi. Sonra yer değiştirdik Watson, kitabın birinden ağızlığa birkaç bölüm okurken alıcıdan dinledim. Çıkan seslerin alıcıdan geldiğine hiç kuşku yoktu. Duyulan ses yüksek, ama anlaşılmaz ve boğuktu. Ne söylendiğini çıkaramadım, ama rastgele bazı sözcükler çok açıktı; en sonunda da çok açık ve anlaşılır biçimde "Bay Bell, söylediklerimi anladınız mı" tümcesi duyuldu.
Bell, bir yıl sonra telefonun patentini aldı. Birkaç Ay sonra Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanışının 100. yıl kutlamalarının en coşkulu günleriydi. Konuk Brezilya İmparatoru 2.Pedro, "Bu konuşuyor" diye haykırarak onu bütün dünyaya duyurdu.
Telefon bulunduğu sıralarda, Amerikalı bir Belediye Başkanı "Bir gün her kentte bir tane olacak" dediğinde cüretkar bir öngörü sayıldı. İngiltere’de de Postane Başmühendisi Sir William Preece, bir halk komitesinde, "Amerikalıların telefona ihtiyaçları var, ama bizim yok. Bizim elimizde bir yığın haberci çocuk var" dedi.
Arthur C. Clarke, yirminci yüzyılın sonlarından önce dünyadaki her köyde değil, her evde bir telefon olacağını daha o Günden tahmin etmişti.
Thomas Edison, telefonu geliştirdi, gramofonun habercisi olan fonografı buldu. Joe Nickell, bu şeyin kolay kabul görmediğini şöyle anlatır: "1878'de, Fransız Bilimler Akademisi’nin üyeleri Du Moncel’in, Thomas Edison’un son buluşu ile ilgili olarak gerçekleştireceği bir gösteriye tanıklık etmek için toplanmışlardı. Toplantıya ünlü fizikçi Jean Bouilland da katılmıştı. Küçük, ilkel fonograf konuşmaya başladığı sırada (Du Moncel’in biraz önce söylediği sözleri yanlışsız yinelerken) 82 yaşındaki Bouilland, fizikçinin üzerine atılıp boğazına sarıldı.
"Seni sefil!" diye bağırdı."Bir vantroluğun hileleriyle bize aldatmak istemeye nasıl cüret edersin! "Bouilland, bir tek insanların konuşabildiğini, makinelerin konuşamayacağını "kavramış" biriydi!"
Maxwel’in konuyla ilgili makalesi aslında 1865 yılında yayınlanmıştı.
Maxwel'in Elektromanyetik Dalga Kuramı, büyük bir düşünsel başarıydı ama bazı İngiliz ve Avrupalı bilim adamlarının fazlaca ilgisini çekmemişti. Makalesinin yayınlanışından tam 23 yıl sonra 1887 yılında Alman fizikçi Heinrich Hertz (1857-1894), elektromanyetik dalgaların varlığını denel olarak kanıtladı.
Hertz, bunu başarabilmek için, dalgaları yayan bir verici ve bir alıcı yapmıştı. Böylelikle dalgaların iddia edildiği gibi hareket ettiklerini kanıtlayabilecekti; ama o zamanların iyi donanımlı laboratuvarlarının çoğunda bulunabilecek basit elektrikli teçhizatı kullanmıştı.
Hertz'in vericisi, aküyle çalışan bir endüksiyon bobiniydi; yani günümüz otomobillerinde bulunan ateşleme bobinine (kontakt) benzeyen ve ayarlanabilir bir kıvılcım boşluğu bulunan bir kıvılcım veya endüksiyon bobiniydi. Ayrıca vericinin üzerinde çift kutuplu Anten olarak işlev gören iki tane düz metal plaka bulunuyordu.
Hertz'in alıcısı küçük bir boşlukla ayrılmış bir tel devreydi. Vericilerin boşluğundaki salınım yükü, Uzay'da ışıyan elektromanyetik dalgalar, alıcıya ulaşırken, telde bulunan sabit Elektronların hareket etmesine ve devredeki boşlukta bir kıvılcımın oluşmasına neden oluyordu.
Sonuçta, Hertz'in laboratuvarında kıvılcımlı telsiz telgraf sistemi doğmuş oldu. Üzerinde yapılacak önemsiz değişikliklerle Hertz'in cihazı, kodlu mesajlar gönderebilecek bir biçime dönüştürülebilrdi. Ama ne var ki Hertz, iletişim teknolojisiyle ilgilenmiyordu.
Sonuçta o, Maxwell'in kuramsal çalışmasının önemli bir kısmını deneylerle doğrulayan bir bilim adamıydı. Hertz'in yaptığı deneyleri açıklayan popüler, çağdaş yorumlar, bu deneylerin olası pratik kullanımlarından söz ediliyordu; ama Hertz, araştırmasının bu yönüne ilişkin olarak hiçbir yorumda bulunmadı.
Bu sıralarda İngiltere’de Sir Oliver Lodge (1851-1940) da benzer çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmaların aksayan yanları bulunmasına karşın, Hertz, telsiz dalgalarının, telgrafın keşfinde ilk adımları yansıtır.
Hertz ve Lodge, verici ve alıcı cihazları belirli bilmsel ilkeleri kanıtlamak amacıyla yapmışlardı; ama yine de Lodge, Alman meslektaşına kıyasla, teknolojik sorunlarla daha fazla ilgileniyordu. Sözgelimi, elektrik dalgaları üzerine yaptığı araştırma, fırtınalı havalar sırasında yeterli koruma sağlayamayan yıldırımsavarların gelişkin hale getirilmesine yönelik bir araştırmadan türemişti.
Uygulamaya yönelik ilgisine ve elektromanyetik ışıma hakkındaki üstün bilgisine rağmen Lodge, telsiz telgraf düşüncesine ilk yönelenlerden birisi olamadı.
1892 yılında bir başka İngiliz fizikçi (tabi ki o da bir Sir), Sir William Crookes, popüler bir bilim dergisinde, Hertz'in keşfettiği dalgaların mucizelerini öven bir makale yazmıştı. Crookes'in kehanetlerine göre bu dalgalar, gelecekte Hava koşullarının kontrol edilmesini, daha iyi ürünler yetiştirilmesini, aktarım telleri kullanmaksızın evlerin aydınlatılmasını sağlayacaktı; o sıralarda ise tellere, direklere, kablolara veya pahalı aletlere gerek duymayan bir telgraf sisteminin yaratılmasında kullanılabilirlerdi.
Tarihçi Hugh G.J.Aitken ise, 1892 yılının telsizle iletişimin gelişiminde bir sınır çizdiğine inanıyor. Önceleri, elektromanyetik dalgalar üzerine yapılan deneyler, Maxwell Kuramı'nı geçerli kılma amacını güdüyordu. Ama 1892 yılından sonra deney yapan kişiler, sinyal gönderme sistemlerine, yeni cihazların geliştirilmesine veya icat edilmesine ve bilimsel makaleler yerine, Patent başvuruları gerektiren ticari gelişmelere yöneldiler.
Lodge, 1894 yılında İngiliz Bilim Geliştirme Derneği'nin yıllık toplantısında, icat ettiği vericiyi tanıttı. Yaklaşık 55 metrelik bir uzaklığa, mors alfabesiyle sinyaller gönderdi ve telsiz telgrafın sunacağı olanakları anlattı. O sıralarda Lodge, telsizle iletişim konusunda bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyordu ve bu alandaki bilgisi oldukça fazlaydı.
Bunun yanısıra, bu konunun gelecekte çok büyük bir etkiye sahip olacak yönleri üzerinde de çalışmalarda bulunuyordu ki bunlar arasında en önemlisi 'seçici akort' tu. Bu buluş, telsizle iletişimden yararlanan kişilerin daha düşük frekanslarda haberleşmelerini sağlayacak ve böylelikle başka sinyallerin araya girmesini engelleyecekti.
Maxwell, 19. yüzyılın büyük öncülerinden biridir. Bir Gazın sıcaklığının o gazın molekülleriyle ilişkisini açıkladı ve "gazların kinetik kuramı" nın oluşmasında belirleyici rol oynadı. Aynı matemaktiksel hünerini, elektrik ve manyetizma olayları arasındaki ilişkiyi açıklayan denklemleri kurarken de kullandı. O, gerçek bir araştırmacıydı. Mekanik ve Astronomi ile de ilgilendi. 1861 yılında renkli fotoğrafı ilk olarak o çekti.

Aspirini ilk kim buldu?

Günümüzde, reçetesiz satılan aspirinin her türlü ağrıya karşı kullanımı halk arasında çok yaygındır. Küçük rahatsızlıkların tedavisinde oldukça sık bir biçimde tüketilen Aspirin, ilk kez 1899 yılı Mayıs ayında, Almanya’nın Leverkusen kentinde, Bayer AG firması tarafından toz halinde piyasaya sürüldü.   Salisilik asit, bir cins söğüt ağacının bitki özünde, keklik üzümü yağında, keçisakalı bitkisinin (Spiraea ulmaria) çiçeklerinde tabii halde bulunur. Salisilik asidin asetil türevine (kimyasal olarak formülüne asetil kökü getirilmiş olanına) aspirin denildi.
Aspirinin kimyasal adı olan “asetilsalisilik asit”, ilk kez 1853 yılında Alsaslı kimyacı Carl Gerhardt tarafından sentetik olarak elde edilmişti. Asetilsalisilik asitin tıbbi özellikleri ise 1895′da Heinrich Dresser tarafından keşfedildi.
1897 yılında ise Bayer firmasından Dr.Felix Hoffman, bu maddeyi tedavi amacıyla ağızdan alınabilecek kadar katışıksız bir biçimde üretmeyi başardı, Önceleri, yalnızca Almanya’da reçete karşılığında satılıyordu. 1915 yılından itibaren Bayer tarafından 20′lık paketler halinde tablet olarak piyasaya sürüldü.

28 Eylül 2012 Cuma

Farabi

Farabi

         
Farabi
Farabi tasvirli İran'a ait bir pul
Farabi tasvirli İran'a ait bir pul
Mahlas Farabi(Farablı)
Doğum 870
Farab, Kazakistan
Ölüm 950
Şam, Suriye
Etnik köken Türk ya da Fars
Meslek Yazar, Filozof



Farabi (Farsça: فارابی, Arapça: أبو نصر محمد الفاراب Abū Nasr Muhammad al-Fārāb), (d. 870 Farab - ö. 950 Şam), İslam filozofu. İbni Ebi Üseybia, Şemseddin eş-Şehrezûrî'ye dayananlara göre Fars[kimilerince de Farabi'nin El-Türkî nisbesini ilave ederek hareketle Türkî ailenin çocuğu olduğunu iddia eden İbni Halikan'a dayanarak Türk olduğunu söyleyenler de vardır. 14. yüzyıl tarihçilerinden İbn Kesir, Farabi'nin Türk filozof olduğunu belirtmektedir
Asıl adı Muhammed bin Tarhan bin Uzlug olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi, Farab (Otrar kenti)'da doğduğu için Farabi (Farablı) diye anılır. İlk öğrenimini Farab’da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat’ta gördükten sonra, Harran’da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan’la birlikte Aristoteles’in yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi. Halep’te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu oldu.
Farabi'yi anlatan kitaplar, İslam aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki, İbn-el-Kıfti, İbn bu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi'nin ölümünden birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabi'yle ilgili söylenceleri derliyor,bir felsefeciyle değil, bir ermişi açıklıyordu.
Aristoteles’in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi’nin fiziği de, metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öğe, birbirleriyle belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar.
Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından kabul edildi.
Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti. Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.
Farabi insanı tanımlarken “alem büyük insandır; insan küçük alemdir.” Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır.

Bazı Eserleri

  • Et-Ta’limü’s-Sanî ve İhsâu’l-Ulûm(İlk İslam Ansiklopedisi)
  • El-Medinetü'l-Fazıla (Fazilet Şehri:Toplumun İlkeleri Üstüne Kitap)
  • Es-Siyaset-ül Medeniyye
  • Risale fi Ma'anii'l-Akl(Aklın Anlamları)
  • İhsa el-Ulûm musiki el-Kebir (Büyük Müzik Bilimlerin Sayımı)
  • Kitâb El Mûsikî El Kebir Kitāb al-Musiqā al-Kābir
  • Kitâb Fi’l Mûsikî
  • El Müdhal Fi’l-Mûsikî
  • Kitâb Ustukısat
  • İlm El-Mûsikî
  • İhsa’el-Ulûm
  • Kitab Fi’lhsâ’el-İkâ
  • Kitabü’l-Mûsiki
  • Kitâb At Advar
  • Kitabül-Farab

27 Eylül 2012 Perşembe

EL-Cezeri

El-Cezeri


El Cezerî (d. 1136, Cizre - ö. 1233, Cizre), (Arapça: الجزري), (Kürtçe: Ebûlizê Cizîrî), tam adıyla Ebû’l İz İbni İsmail İbni Rezzaz El Cezerî (أَبُو اَلْعِزِ بْنُ إسْماعِيلِ بْنُ الرِّزاز الجزري , Abū al-'Iz Ibn Ismā'īl ibn al-Razāz al-Jazarī), İslamın altın çağında Robotik biliminin babası olarak kabul edilen sibernetik üzerine çalışmalar yapan Arap[ veya Kürt kökenli ilkmüslüman bilim adamı ve mühendis. Leonardo da Vinci'nin El-Cezeri'nin otomatonlarından etkilendiği söylenir.,

Yaşam öyküsü

1136 yılında Cizre’nin Tor mahallesinde doğmuştur . Sibernetik alanın en büyük dahisi kabul edilen, fizikçi, robot ve matriks ustası bilim insanı İsmail Ebul İz Bin Rezzaz El Cizirî 1233′te Cizre’de öldü. İsmini de yaşadığı şehirden alan El-Cizirî öğrenimini Türk Medresesi Camia’da tamamlayan İsmail, burada fizik ve sibernetik alanlarında yoğunlaştı ve halen kullanılmakta olan ve aşılmamış onlarca buluşa imza attı. Batı literatüründe M.Ö. 300 yıllarında Yunan matematikçi Archytas tarafından buharla çalışan bir güvercin yapılmış olduğu belirtilse de robotikle ilgili bilinen en eski kayıt, da Ciziri'ye âittir.
Dünya bilim tarihi açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim adamı olan El Cizirî, "Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" (El Câmi-u’l Beyn’el İlmî ve El-Amelî’en Nâfi fî Sınâ'ati’l Hiyel, Arapça: بَيْنْ اَلْعِلْمِ وَالْعَمَلِ اَلنَّافِعْ فِي صِناعَةُ الْحِيَلْ) adlı eserinde ortaya koydu. 50’den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği bu olağanüstü kitapta Cizirî, “Tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını” söyler. Bu kitabın orijinali günümüze kadar ulaşamadıysa da, bilinen 15 kopyasından 10’u Avrupa’nın farklı müzelerinde, 5 tanesi Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde yer almaktadır.
Kısaca Kitab-ül Hiyel adıyla bilinen eseri altı bölümden oluşur. Birinci bölümde binkam (su saati) ile finkanların (kandilli su saati) saat-ı müsteviye ve saat-ı zamaniye olarak nasıl yapılacağı hakkında on şekil; ikinci bölümde çeşitli kap kacakların yapılışı hakkında on şekil, üçüncü bölümde hacamat ve abdestle ilgili ibrik ve tasların yapılması hakkında on şekil; dördüncü bölümde havuzlar ve fıskiyeler ile müzik otomatları hakkında on şekil; beşinci bölümde çok derin olmayan bir kuyudan veya akan bir nehirden suyu yükselten âletler hakkında 5 şekil; 6. bölümde birbirine benzemeyen muhtelif şekillerin yapılışı hakkında 5 şekil yer alır.
Teorik çalışmalardan çok pratik ve el yordamıyla ampirik çalışmalar yapan Cizirî’nin kullandığı bir başka yöntem de yapacağı cihazların önceden kâğıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cizirî, sadece otomatik sistemler kurmakla kalmamış, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştı. Cizirî, otomatik kontrollü makinelerin ilki sayılan Jacquard’ın otomatik dokuma tezgahından 600 yıl önce değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi. Bâzı makinelerinde hidro mekanik etkilerle denge kurma ve harekette bulunma sistemine yönelen Cezerî, bâzılarında ise şamandıra ve palangalar arasında dişli çarklar kullanarak karşılıklı etkileme sistemini kurmaya çalıştı. Kendiliğinden çalışan otomatik sistemlerden sonra su gücü ve basınç etkisinden yararlanarak kendi kendine denge kuran ve ayarlama yapan dengeyi oluşturması, Cizirî’nin otomasyon konusundaki en önemli katkısıdır. Fizikçi ve Mekanikçi Bediuzzaman El-Cizirî'nin diğer bir eseri de Diyarbakır Ulu Camii’nin ünlü Güneş Saati’dir. Bugün sibernetiğin ve bilgisayarın ilk adımlarını attığı ve ilk robotu yapıp çalıştırdığı kabul edilen Ebû’l İz El Cizirî, Cizre’de yaşadı.
Kitab-ül Hiyel 6 bölümden oluşmaktadır:

Eserleri

  • Kitāb fi ma-'rifat al-Hiyal al-handasiyya (Arapça: الجامع بين العلم والعمل النافع في صناعة الحيل , Kitāb fi ma-'rifat al-Hiyal al-handasiyya) 1206 yılında bu eserini tamamlamıştır.
  • Kitâb-ül-Câmi Beyn-el-İlmi vel-Amel-in-Nâfî fî Sınâat-il-Hiyel, (Arapça: بَيْنْ اَلْعِلْمِ وَالْعَمَلِ اَلنَّافِعْ فِي صِناعَةُ الْحِيَلْ , El Câmi-u’l Beyn’el İlmî El-Amelî’en Nâfi fî Sınâ'ati’l Hiyel) "Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar"

 eserlerinden bir kaç örnek,

Al-Jazari Automata 1205.jpg

Atomun Parçalanabileceğini ilk kim buldu: Ebû Mûsa Câbir bin Hayyân

Ebû Mûsa Câbir bin Hayyân (Arapça: ابو موسی جابربن حیان‎, Abu Mūsā Jābir ibn Hayyān; Latince: "Geber" ya da "Geberus"; (al-Barigi Kabilesi / al-Azdi / al-Kufi / al-Tusi / al-Sufi)[6], (doğum: 721, Tus, İran, Horasan; ölüm: 815, Kufe, Irak)[7] Sıklıkla batıda daha ziyâde Geber olarak tanınan, Abbâsîler döneminde yaşamış ve İslâmiyette fen bilimlerinin temelini atmış olan Farsî [8] çok yönlü bir fen bilgini; Simyacı, kimyacı ve eczacı; fizikçi, astronom ve astrolog; tıp ve fizik tedavi uzmanı; mühendis, coğrafyacı, filozof, ve sufi.

Hayâtı

Tus, İran'da eğitimini aldıktan sonra Kufe'ye göç etti. Câbir bin Hayyân bilinen ilk pratik Simya (Alşimi) âlimdir.[9] Orta Çağ Avrupası'nın Simya alanına büyük ölçüde etki etmiş ve Kimya'nın da esasını oluşturmuştur.
Günümüz dünyasında atomla ilgili ilk çalışmaların ingiliz fizikçi John Dalton (1766-1844) tarafından yapıldığı, uranyumun çekirdeğinin parçalanabileceği fikrinin de Alman kimyacı Otto Hahn (1779-1868) tarafından ortaya atıldıgı fikri yaygındır. Hâlbuki, onlardan 1000 yıl önce yaşamış ve dönemin en büyük ilim merkezlerinden Harran Üniversitesi'nde rektörlük yapmış olan Câbir bin Hayyân, maddelerin atomik yapısını gösteren tespitler yaparak, reaksiyonlarda belirli kütlelerin belirli kütlelerle reaksiyona girdiğini söylemiştir. Atom hakkında, ancak asırlar sonra anlaşılabilecek şu sözleri söylemiştir.
Maddenin en küçük parçası olan "el-cüz'ü la yetecezza" (ATOM) da yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom parçalanabilir. Parçalanınca da öyle büyük bir güç oluşur ki bir anda Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu, Allahü Teala'ın kudret nişanıdır."
Böylelikle görülmektedir ki, Hayyan, Dalton ve Hahn'dan yüzyıllar önce bu buluşları gerçekleştirmiştir.

İcâdları

Kimyager ve Eczacı olan babasının oğlu olarak Horasan'da doğmuş ve Yemen'de okuduktan sonra Kufe'ya giderek Abbâsî halifesi Harun Reşid'e saray âlimi olarak hizmet etmiştir.
Kimya dışında Eczacılık, Metalürji, Astroloji, Felsefe, Fizik ve Müzik gibi geniş alanda 400 ü aşan eser bıraktığı söylenirse de ancak 20 civarında eseri bugüne kalmıştır. Bazı eserlerinin aslında öğrencileri tarafından yazıldığı anlaşılmıştır,Nitrik asit, Hidrojen klorür ve Sülfürik asit'in rafine ve kristalize yöntemlerini bulduğu Kral suyu'nu icat ettiği ve Sitrik asit, Asetik asit, Tartarik asiti keşfetiği düşünülmektedir. "İmbik" ( الأنبيق al-inbiq) geliştirmiş ve kendisinin ortaya attığı Baz kavramıyla Kimya'nın gelişmesine katkıda bulunmuştur.
"İmbik"
Kendisi o yüzyıldan atomun parçalayacağını görmüş büyük bir bilim adamıdır. Ayrıca daha sonra zehirlilerin zehirlisi olan arsenik tozunu elde eden ilk kişidir.
Agathondaemon, Hermes Trismegistus, Pisagor ve Sokrates'i saydığı ve Eski Yunan, Eski Mısır ve Şia Sufizminden etkilendiği düşünülmektedir.
Eserlerinden 12. yüzyılında Latince'ye çevirilmiş olan Kitab al-Kimya adlı eseri, Simya ve Kimya kelimelerinin kökeni olmuştur.

kaynak: wikipedia.org

26 Eylül 2012 Çarşamba

Trigonometri yi Kİm buldu?

Trigonometri yi Devrin Büyük alimi el-Battani bulmuştur.


 EL BATTANİ(858-929 Harran)

Ebu Abdullah Muhammed bin Cabir bin Sinan er-Rekki es-Sabi el-Battani (858, Harran - 929, Samara yakınlarındaki Kasr el-Cis kazası) Latince Albategnius, Albategni ya da Albatenius olarak bilinen, Arap astronom, astrolog ve matematikçidir. Şu anda Türkiye'de bulunan Urfa şehrinin bir ilçesi olan Harran'da doğmuştur.[1] Lakabı olan es-Sabi soyunun, yıldızlara ibadet eden Sabi dinine mensup olduğunu gösterir. Fakat onun tam künyesi, bizi onun Müslüman olduğu sonucuna götürür.[2]

Astronomi çalışmaları

Battani'nin astronomideki en çok bilinen başarılarından biri Güneş Yılını 365 gün, 5 saat,46 dakika ve 24 saniye olarak ölçmüş olmasıdır.
Battani'nin Zij adı verilen çalışması Johannes Kepler, Tycho Brahe gibi Avrupalı astronomlar üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Nicolaus Copernicus,Zij üç defa Latince'ye çevrilmesine rağmen, O'ndan yaklaşık 700 yıl önce yaşamış Battani ne yazdıysa eserlerinde tekrar etmiştir.
Modern dünya, Battani'ye bilim dünyasına katkılarından dolayı hürmetini, saygısını göstermiş ve Ay'daki bir bölgeye Albategnius olarak ismini vermiştir.
Battani, Suriye'de Rakka ve vefat ettiği şehir olanŞam'da çalışmalar yapmıştır. Battani, Batlamyus'un bazı yanlışlarını düzeltmiş ve yeni Güneş ve Ay tablolarında derlemiştir. Uzun süre bilim dünyasında otorite olarak kabul edilmiştir. Güneş'in enberi hareketlerini keşfetmiş, gök kürenin bölümleri üzerine çalışmalar yapmış ve muhtemelen 5.yüzyılda yaşamış olan Hintli astronom Aryabhata'dan bağımsız olarak, sinüsün ve kısmi olarak da tanjantın hesaplamadaki kullanımınlarını açıklamış ve böylece modern trigonometrinin temelini atmıştır. Battani bunlardan başka astronomide, ekinoksların devinme hareketlerinin değerlerini ve ekliptik eğimi çok yakın bir oran bularak hesaplamıştır. Battani, tablolarında devinim için tekdüze değerlendirmeler kullanmıştır.
O'nun en önemli çalışması olan Zij ya da ayarlı astronomik tablolar, Plato Tibirnitus tarafından 1116 yılında De Motu Stellarum olarak Latince'ye çevrilen 57 bölümden oluşan el-Zij es-Sabi adlı eseri Avrupa astronomisinde büyük bir etki bırakmıştır. Zij, biraz Hintli etkisi görülen Batlamyus teorisi üzerine bina tesis edilmiştir.[3] Bu eserin bir yeni baskısı 1645 yılında Bologna'da ortaya çıkmıştır. Plato'nun orijinal el yazısıyla yazdığı nüshası Vatikan'da; ve Battani tarafından yazılmış bir el yazma tezi ise Escorial Library'de astronomik kronoloji bölümünde muhafaza edilmektedir.
Battani, gelişmiş ay ve güneş tabloları kullanarak yaptığı gözlemler boyunca, Güneş'in dışmerkez kuvvetinin değiştiğini, modern astronomide Dünya'nın Güneş etrafındaki bir eliptik yörünge üzerindeki hareketinin eşitliğini keşfetmiştir.[4]
Kopernik, Kopernik Devrimi'ni başlatan De Revolitionibus Orbium Coelestium adlı kitabında Battani'ye olan minnetini dile getirmiş ve birçok yerde O'ndan alıntılar yapmıştır.

Matematik

Battani, matematikte trigonometride günümüzde kullanılan formüller üretmiştir:
\tan a = \frac{\sin a}{\cos a}
\sec a = \sqrt{1 + \tan^2 a }
Ayrıca sin x = a cos x eşitliğini buldu, formül:
\sin a = \frac{a}{\sqrt{1 + a^2}}
Battani,el-Mervezi'nin tanjant fikrini,tanjant ve kotanjant hesaplamaları amacıyla denklemler geliştirmek için konu hakkındaki matematiksel tablolarını derleyerek kullanmıştır.Bundan başka sekant ve kosekantın işteş fonksiyonalrını keşfetmiş ve O'nun gölgelerin tablosu olarak adlandırdığı,kosekantlar hakkındaki ilk mateamtiksel tabloyu,1'den 90'a kadar her bir dereceyi içerecek şekilde hazırlamıştır.[5]

Saygınlığı

  • Aydaki Albategnius kraterinin adı O'nun adına ithafen verilmiştir.
  • Star Trek: Voyager filminde Excelsior-class starship USS Al-Batani [sic] NCC-42995 adlı uzay gemisi Kathryn Janeway'in ilk uzay görevi olarak O'nun adıyla adlandırlmıştır.

Kaynak: Wikipedia.org

Med Cazir Nedir? İlk Kim Bulmuştur.

Gelgit (med cezir) nedir? PDF Yazdır



Gelgit, Ay ve güneşin etkisiyle suların sürekli yükselip alçalması olayıdır. Yer, su küreyle beraber döner. Bu dönme hareketlerinin sonucu olarak, merkezkaç kuvvet, su kürenin ekvator dolaylarında şişkin; kutup dolaylarında da basık olmasına yol açar. Dolayısıyla su kürede yerin gerçek biçimini tamamlar. Su kürenin kesiti tıpkı yer yumrusununki gibi elipseldir.


Su kürenin şeklini ay ve güneşin çekimleri etkiler. Ay ve güneşin çekimleri yüzünden su küre sürekli olarak kabarır, alçalır. Ancak, bu değişikliğin şekli ve durumu bir bölgeden diğerine farklıdır.

gelgit evreleri

Gelgit olayı Ayın yer çevresindeki hareketiyle ilişkilidir. Bu hareket Ayın evreleri olarak bilinir. Ayın evreleri gelgit düzeyini etkiler.


Ay, güneş ve yer bir hizada oldukları zaman (kavuşum anı) gelgit düzeyindeki değişim en çoktur. Kavuşum anındaki gelgit düzeyi yüksek gelgit (spring tide) olarak bilinir. Yüksek gelgit durumunda hem kabarma, hem de alçalma en fazladır. Spring düzeyi yeni ay ve dolunay dan 1.5 gün sonra görülür. Hemen hemen her 15 günde bir yenilenir.


Karşıma anı, güneş ve ayın dik açı oluşturacak durumda bulunmalarıdır. Karşıma anındaki gelgit düzeyi alçak gelgit (neap tide) olarak bilinir. Neap durumunda kabarma ve çekilme en azdır. Gelgit neap durumunda iken ay ilk dördün ya da son dördün evresindedir. Dördünler yeniay ve dolunaydan yaklaşık 7,5 gün sonra görülür. Dördünleri izleyen 1,5 gün içinde de alçak gelgit olur. Alçak gelgit her 15 günde bir yenilenir.


Ayın her gün 50 dakika geç doğuşu gelgit olayında 50 dakikalık günlük ötelenmeye sebep olur.


Gelgit türleri:

- Günlük gelgit (diurnal tide)

- Yarı-günlük gelgit (semi-diurnal tide)


- Karışık gelgit (mixed tide)


günlük gelgit

Günlük gelgit, bir ay gününde (24 saat 50 dakika) 1 yüksek su ve 1 alçak su görülen gelgit türüdür. Gelgit düzeyi çok yüksek olmayan bu tür gelgit tropik bölge kıyılarında görülür.


yarı günlük gelgit

Yarı-günlük gelgit, 2 yüksek su (HW, high water) ve 2 alçak sudan (LW, low water) oluşan gelgit türüdür. Kuzey Avrupa kıyıları yarı-günlük gelgitin yaygınlıkla görüldüğü yerlerdir.


karışık gelgit

Karışık gelgit, 2 yüksek su ve 2 alçak suda bütünleşen gelgit türüdür. Avustralya kıyıları, Kuzey Amerika’nın Pasifik kıyıları ve Doğu Asya kıyılarında görülür. Ardışık yüksek su ve alçak su arasındaki uyarsızlık karışık gelgitin özelliğidir.



Guinness rekorlar kitabına giren en büyük med cezir, Nova Scotia'da bulunan Minas Koyu'nda 17 metre olarak ölçülmüş. Bir günde iki kez alçak, iki kez de yüksek suyun olduğu bölgede gün içerisinde hareket eden toplam deniz suyu miktarının 28 km3 olduğu, med cezir sonucu oluşan akıntının da 8 knot'a kadar çıkabildiği söyleniyor. 8 knot sürat, şu anda türk denizcilik filosu gemilerinin ortalama sürati varsayılabilir.

MED CEZİR'İ İLK KİM BULMUŞTUR.

Med Cezir olayını ilk bulan islam alimi Ebu Ma'şer dir.
 

EBU MA'ŞER KİMDİR?


Bağdat’ta yetişen büyük astronomi âlimi. İsmi, Ca’fer bin Muhammed bin Ömer el-Belhî’dir. 785 (H.169) senesinde Belh’te doğduğu, kaynaklarda zikredilmekteyse de bu târih kesin değildir. Batı ilim dünyâsında Albumasar ismiyle meşhur oldu. 886 (H.272) senesi Mart ayının sekizinde Vasıt şehrinde vefât etti.

, ilk ilmî çalışmalarını İran Târihi, Horasan’da konuşulan yerli diller ve Hint kültürü üzerinde yaptı. Hadis ilminde büyük âlimler arasında yer aldı. İlim öğrenmek için gittiği Bağdat’ta astronomi ilmine yöneldi. Bıkmadan, yorulmadan yaptığı çalışmalar ve hırsı sâyesinde devrinin en büyük astronomları arasına girdi. Astronomi alanındaki çalışmalarında hocası Sened bin Ali’nin eserlerinden faydalandı.

Ebû Ma’şer, büyük âlim Bettânî ile aynı zamanda yaşamıştır. Eserleri Avrupa’da astronomi ve matematik ilimlerinin gelişmesinde derin etkiler bıraktı. Kendi adıyla anılan meşhur hesaplama metodu, asırlar boyunca astronomi ilimleri sâhasında temel mürâcaat noktası oldu.

İlk defâ med-cezir hâdisesini keşfeden Ebû Ma’şer, bunun mâhiyetini ve ay ile olan münâsebetini bildirdi. Bu bilgiler sonra Avrupa ilim çevrelerine intikal etti. İlim târihi araştırmacılarından Philip K. Hitti: “Gel-git olayının prensip ve kânunlarını Avrupa’ya öğreten, bu alandaki teoriyi ilk defâ ortaya atan Ebû Ma’şer’dir.” demektedir.

Ebû Ma’şer ayrıca enlem derecelerini uzunlukları hakkında da fikirler ileri sürmüştür. Onun gerek med-cezir ile ilgili, gerekse enlem derecelerini hesaplama konusundaki açıklamaları, astronomik coğrafyada Avrupa’ya yol gösterdi.

Eserleri:

Ebû Ma’şer’in astronomi ve vakitlerin hesaplanmasına dâir birçok eseri vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:

1) Zîc-ül-Kebîr: Bu eserde yıldızların hareket ve faaliyetlerini incelemektedir. Eser, astronomiye dâir bir hayli bilgi ihtivâ etmekte ise de bunların teknik îzâhlarına girilmemiştir.

 2) Zîc-ül-Kırânât: Zîc-üs-Sagîr de denilen eser, yıldızların mevkilerinin tâyini ile ilgili bilgileri ihtivâ etmektedir. 
3) Kitâb-ül-Emtâr ver-Riyâh: Yağmurlar ve rüzgârlara dâir olan bu eser, Hind âlimlerinin görüşlerini aktarmaktadır. 4) Kitâb-ül-Medhal ilâ İlmi Ahkâm-in-Nücûm. Eser çeşitli târihlerde Avrupa’da basılmıştır. 


EBÛ KÂMİL ŞUCA’

Meşhûr cebir âlimi. İsmi Suca’ bin Eşlem bin Muhammed Hâsib el-Mısrî olup, künyesi Ebû Kâmil’dir. Matematikçiler arasında İbn-i Eşlem el-Hâsib (hesab, matematik bilgini) adıyla meşhûr oldu. Doğum ve vefat târihleri kesin olarak bilinememektedir. Kaynaklarda 850-950 (H. 236-339) seneleri arasında yaşadığı ifâde edilmektedir. Aslen Mısırlıdır.
Ebû Kâmil Suca’, matematik ve bilhassa cebir sahasındaki başarılarıyla dikkat çekti. Ünlü matematikçi Harezmî ile aynı devirde yaşadı. Harezmî’nin eserlerinden çok istifâde etti. İkinci dereceden cebir denklemlerini, Harezmî’nin metodu ile çözüyordu. Bununla yetinmeyen Ebû Kâmil, bu çözüm metodlarına bâzı orijinal izahlar getirdi. Lineer (birinci dereceden), kuadratik (ikinci dereceden) ve daha üst derecedeki denklemler, belirsiz denklemler ve tam sayı problemlerine ait çözüm yolları ortaya koydu.
Sarton. Introduction to the History of Science adlı eserinde Ebû Kâmil’in hakkında şöyle demektedir: “Ebû Kâmil, ikinci dereceden cebir denklemlerinin hakîkî köklerini keşfetti. Cebirsel ifâdelerin çarpma ve bölme usûllerini geliştirdi.
Martin Levey, The Algebra of Abu Kâmil adlı eserinde onun hakkında şöyle demektedir: “Ebû Kâmil, düzgün beşgen ve çokgenlerin kenarlarını cebir denklemleriyle hesaplamayı başardı. Burada özellikle dördüncü dereceden denklemler kullanmıştır.”
Cebir târihinde ilk defa olarak ikinci derecenin üstünde denklemlerin çözümü tam bir hassasiyetle Ebû Kâmil Suca’ tarafından gerçekleştirildi. Bu yüzden ona, Harezmî’den sonra ikinci cebir teorisyeni gözüyle bakılmaktadır. Cebirdeki bu otoritesini, İslâmiyet’te fıkıh bilgisinin en mühim konularından birisi olan ferâiz (mîras taksimi) hesaplarının çözümünde kullandı.
Ebû Kâmil Şucâ’ın en meşhûr eseri Kitâb-ül-Cebr vel-Mukâbele adlı kitabıdır. Bu eserinde Harezmî’nin cebirini geliştirmek gayesini gütmüştür. Eserin önsözünde Harezmî’ye olan şükranlarını dile getirmiş, Harezmî’nin ele almadığı, çözemediği problemleri bu eserde çözeceğini ifâde etmiştir.
Eserin birinci bölümünde Harezmî’nin cebirini özetleyip ilâvelerle açıklamıştır. Burada katsayıları irrasyonel (köklü) sayı olan karışık ikinci derecede denklemlerin çözümlerini göstermiştir. Böylece, Yunanlıların irrasyonel sayılarla ilgili yanlış bilgilerini çürütmüştür.
Eserin ikinci bölümünde, kendinden önce gelen Yunan ve İslâm cebircilerinin çözmekte güçlük çektikleri hattâ çözemedikleri geometrik problemlerin, kendi keşfi olan, cebirsel çözüm metoduyla kolaylıkla çözülebileceğini ortaya koymuştur. Bu bölümde çözdüğü problemler, bir dâire içinde çizilmiş, eşkenar beşgen, ongen ve onbeşgenin kenarının uzunluğunu nümerik olarak tâyinini ihtiva etmektedir. Bu kenarları cebirsel denklemlerle hesaplayarak, cebirsel denklemleri oklid geometrisine uygulamıştır.
Eserin üçüncü bölümüne, ikinci dereceden belirsiz eşitlikler ve bu tür eşitlik sistemleri ile başlamaktadır. Kendisi bu eşitliklerin bâzılarının yeni, bir kısmının da daha önce incelenmiş olduğunu söylemektedir. Bu ikinci tip eşitlikler Ebû Kâmil’in, Diophantos ve Aritmetica’nın te’siri altında kalmadığını göstermektedir. Ebû Kâmil, bu denklemlerden sonra, birinci dereceden denklem sistemlerini de ihtiva eden eğlendirici (dinlendirici) matematik problemleri üzerinde durmaktadır. Eserinin sonunda muayyen bir sayıdan başlayan sayıların karelerinin toplamını veren ifâdeler üzerinde bilgi verilmektedir.
Ebû Kâmil’in bu eseri, El-Kerhî üzerinde derin te’sirler bırakmıştır. Eser, İbrânice’ye tercüme edilmiş, Lâtince’ye yapılan tercümesi 1170-1240 yılları arasında yaşıyan Leonardo Fibonacci’yi etkilemiştir. Ebû Kâmil’in bu eseri çağımızda yeniden ve modern bir bakış açısıyla tetkik edilmektedir. Eser, İstanbul Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Kara Mustafa Paşa kısmı, 379 numarada mevcuttur. Bu nüsha esas alınmak suretiyle, 1986 senesinde Frankfurt Institute of the History of Arabic-lslâmic Science’de Fuat Sezgin tarafından neşredilmiştir.
Ebû Kâmil Şucâ’ın yazdığı diğer eserlerden bâzıları şunlardır:
1-Kitâbu Kemâl-il-Cebri ve Temâmihi ve ziyâdeti fi usûlihi: Bu eserinde Harezmî cebrini olgunlaştırdı ve yeni cebir metodları geliştirdi. Eserde, Ebû Berze’yi tenkid etti ve cebirdeki hatâlarını ortaya koydu.
2-Kitâb-ut-Tarâif-fi’l-Hisâb: Bu eserde üç, dört ve beş bilinmeyenli denklemlerin çözüm metodları, örnekleriyle îzâh edilmektedir. Cebir problemlerinin çözümünde nesneler yerine harfler sembol olarak kullanılmaktadır. Eserin bir nüshası Hollanda’nın Leiden şehrindeki ünlü kütüphanede bulunmaktadır.
3-Kitâb-üş-Şamil, 4-Kitâb-ül-vesâyâ bil-cebri vel-mukâbele, 5-Kitâb-ul-Cem’ vet-Tefrîk, 6-Kitâb-ül-Hataeyn, 7-Kitâb-ül-Kifâye, 8-Kitâb-ül-Mesâha vel Hendeset-vet-Tayr, 9-Kitâbulmiftâh-il-felâh, 10-Risâle fiî-muhammes vel-mu’aşşar, 11-Kitâb-ul-vesâyâ bilcüzûr.
Kendisini, El-Kerhî ve Ömer Hayyâm tâkib ettiler. Batı âleminde ise Leonardo Fibonacci, Ebû Kâmil’in metodunu benimsedi. Bilim târihi üzerinde yapılan ciddî ve haysiyetli çalışmalar sonucu, ortaya şu hakikat çıkmıştır: Avrupalı bilim adamları, rönesans öncesi dönemlerde, müslüman âlimlerin matematik ve cebir ile ilgili eserlerinin gerek Arabça orijinalleri ve gerekse batı dillerine yapılan tercümeleri üzerinde derinlemesine tedkîkler yapmışlar, bu eserlerdeki ilmî metodları tesbitedip, ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan birisi olan Fibonacci, o çağlarda, batıda, matematik ve cebir üstadı olarak tanınıyordu. Florian Cajori, matematik târihi ile ilgili eserinde, milâdî on üçüncü asrın ortalarında Ebû Kâmil’in eserlerinin batı bilim dünyâsında ve İslâm âleminde matematik ilimleri dalında yegâne başvuru kaynağı olarak kabul edildiğini ifâde etmektedir.
Ebû Kâmil, Harezmî’nin bir devamı ve geliştiricisi, Kerhî ve Ömer Hayyâm’ın öncüsü ve batıda Fibonacci’nin de üstadı olması hasebiyle, orta çağlarda cebir alanında yetişen bir dahîdir.
Ebû Kâmil, başarılarına ve orijinal metodlarına rağmen, maalesef islâm toplumunda ve ilim târihi içinde gereği gibi tedkîk edilip kıymeti anlaşılamayan âlimlerdendir. Modern araştırmalar, onun daha başka duyulmadık metodlarını ortaya çıkaracaktır.

Yarı çapı r olan bir dâire içine çizilen düzgün on beş kenarlı çokgenin kenar uzunluğu hesabı:


Veya diğer şekilde kenarı gören merkez-açı 360/15=24° olup, kenar uzunluğu S15=2.r.sîn 12°=0,4158 r’dir.


Üç bilinmeyenli bir tam sayı problemine misâl: Elinde yüz bin lirası olan birisi, bu parayla serçe, güvercin ve bıldırcın cinsinden yüz kuş satın almak istiyor. Serçelerin tanesi 2.000 lira, üç güvercin 1000 lira ve iki bıldırcın 1000 lira. Her birinden kaçar tane alacak.

Dünyanın Döndüğünü İlk tespit eden bilim adamı :El-Bîrûnî



El-Bîrûnî
Doğum 5 Eylül 973
Ölüm 13 Aralık 1048
Milliyeti Fars
Dalı Antropoloji, astroloji, astronomi, kimya, karşılaştırmalı sosyoloji, jeodezi, tarih, matematik, tıp, felsefe, farmakoloji, fizik, psikoloji, bilim
Etkilendikleri Aristo, Batlamyus, Aryabhata, Muhammed, Brahmagupta, El-Razi, El-Sizi, Ebu Nasr Mansur, İbn Sina
Etkiledikleri El-Sizi, İbn Sina, Ömer Hayyam, El-Hazen, Zekeriya El-Kazvini, İslami felsefe, İslam bilimi
Bîrûnî (4 Eylül 973 - 13 Aralık 1048, 1061?), Fars kökenli İslam bilgini. Türk kökenli olduğunu iddia edenler de olmuştur. Tam adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî (Farsça: بیرونی , Arapça: ابو الريحان محمد بن احمد البيروني) dir. Batı dillerinde adı Alberuni veya Aliboron olarak geçer. Gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır.

Hayatı

Bîrûnî, Merkezî Asya'da tarihi bir bölge olan Harezm'de doğdu. Küçük yaşta babasını kaybetti. Harizmşahlar tarafından korundu, sarayda matematik ve astronomi eğitimi aldı. Buradaki hocaları İbn-i Irak ve Abdussamed bin Hakîm'dir. Bu dönemde daha 17 yaşındayken ilk kitabını yazdı. Harizmşah Devleti Me'mûnîler tarafından alınınca Bîrûnî de İran'a giderek bir süre burada yaşadı. Daha sonra ise Ziyârîler tarafından korunmaya başlandı. El Âsâr'ul Bâkiye adlı kitabını Ziyârîlerin sarayında yazmıştır. İki yıl da burada çalıştıktan sonra memleketine geri döndü ve Ebu'l Vefâ ile gök bilimi üzerine çalışmaya başladı.
1017'de Gazneli Mahmut, Harezm Devleti'ni yıkınca Bîrûnî de Gazni şehrine gelerek burada Gazneliler'in himayesine girdi. Sarayda büyük itibar gördü ve Gazneli Mahmut'un Hindistan seferine katıldı. Burada Hintli bilim adamlarının dikkatini çekti ve Hind ülkesi alınınca da Nendene şehrine yerleşerek bilimsel çalışmalarına burada devam etti. Sanskritçeyi öğrenerek Hind toplumunun yaşamı ve kültürü üzerine çalıştı.
Buradan tekrar Gazni şehrine döndü ve yaşamının geri kalan kısmını bu şehirde tamamladı. Bu dönem Bîrûnî'nin en verimli zamanı sayılmaktadır.Uzun zamandır hazırladığı Tahdîdu Nihâyet'il Emâkin adlı eserini bu döneme denk gelen 1025 yılında yayınladı. Astronomi üzerine yazdığı Kanûn-i Mes'ûdî adlı eserini Gazneli Mahmud'un oğlu Sultan Mesud'a ithaf etmiştir.

Kişiliği

El Birûni, astronomi üzerine yaptığı en iyi çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut da bunun üzerine kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince, "Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır." diyerek bu hediyeyi geri çevirdi. Aslında Birûni eczacılıkta uygulamalı eğitime, kitaplardan çok daha fazla önem vermiştir. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplamanın insana, kitap okumaktan çok daha fazla yarar sağladığına inanmış ve bunu uygulamıştır. Gerçek bir bilim anlayışına sahip olan Birûni, ırk kavramına da önem vermezdi. Başka bir halkın ileri kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Aynı şekilde dinler ve düşünceler konusundaki anlatımı sırasında o dinler hakkında itiraz veya eleştiride bulunmadığı gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmasıyla da dikkat çekmektedir. Sanskrit dilinden Arapça'ya çevirdiği Potancali adlı kitabının önsözünde "İnsanların düşünceleri türlü türlüdür, dünyadaki gelişmişlik ve esenlik de bu farklılığa dayanır." şeklinde yazmıştır.

Çalışmaları

Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezmli matematikçi ve gökbilimci Ebu Nasr Mansur tarafından kollanan El Bîrûnî, ilk çalışmalarını bu alimin yanında yaptı. İlk eseri, "Asar-ül Bakiye"dir.
El-Bîrûnî’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve yirmi adet de matematik kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir. Özellikle Bîrûnî'nin eserlerinin Ortaçağ'da Latince'ye çevrilmemiş olması, kitaplarının ağır bir dille yazılmış olmasının bir sonucudur. Ancak Bîrûnî kendisinin de dediği gibi, yapıtlarını sıradan insanlar için değil bilginler için yazmaktaydı.

 
El-Birûni'nin Ay'ın farklı durumlarını gösteren modellemesi.

Yine Harezmi "Zîci'nin Temelleri" adlı yapıtının 12. yüzyılda Abraham ben Ezra tarafından İbranice'ye çevrildiği bilinmektedir. Batı'nın Birûni ilgisi ise 1870'lerde başladı. O günden bugüne Birûni eserlerinin bazılarının tamamı veya bir kısmı Almanca ve İngilizce'ye çevrildi.
Mektuplarından, Bîrûnî'nin Aristo'yu bildiği anlaşılır. İbn Sînâ gibi önemli bilginlerle beraber çalışan Bîrûnî, Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Birkaç dile çevirilen bu kitap çoğu bilgine örnek oldu.Birûni’nin bir tane de romanı vardır.

Matematik

Bîrûnî'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en büyük matematikçisi olan Bîrûnî, trigonometrik fonksiyonlarda yarıçapın bir birim olarak kabul edilmesini öneren ilk kişi olup sinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmesidir. Bîrûnî’nin bu yönü Batı Dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip kullanılabilmiştir. Öte yandan Bîrûnî’nin yeryüzünde yükseltisi bilinen bir noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla merdiven yayı uzunluğunu hesaplaması da geometri açısından önemli bir çalışmasıdır. Merdiven yayı uzunluğunun ilk kez Bîrûnî tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır. Ancak Bîrûnî bu yöntemi başka bir bilginden aldığını belirtmiştir.

Astronomi

Bîrûnî'nin astronomi alanında yaptığı çalışmaların başında Sultan Mesut'a 1010'da sunduğu "Mesudî fi'l Heyeti ve'n-Nücum" adlı yapıtı gelmektedir. Bu yapıt günümüze gelmiş olup bu konuda yaptığı çalışmalarının bir kısmı kayıptır. Kanun adlı eserinde Aristo ve Batlamyus'un görüşlerini tartışma konusu yaparak Dünya'nın kendi ekseninde dönüyor olma olasılığı üzerinde durması bilim tarihi açısından önemlidir. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varamadığı varsayılan Bîrûnî'nin günümüze değin bu konuda bir eseri ulaşmamıştır.
"Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Bîrûnî’nin astronomi alanındaki en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre o, Kopernik'le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır.
Ayrıca gerilim düzleminin gök apsisine göre eğikliğini de (enlem eğikliği) Kas, Gürgenç ve Gazne'de yaptığı çeşitli hesaplamalarla aslına çok uzak değerlerde bulmuştur. Ayrıca birçok elementli ve bileşikli hesaplayabilmiştir. Boylamın belirlenmesi gerilimininkine nazaran daha zor olduğundan Bîrûnî, iki nokta arasındaki boylam farkını enleme ve aradaki toplam uzaklığa dayanan bir formülle hesaplama yoluna gitmiş, ölçme ve gözlemlerinde hata payını en aza indirgemek için uğraşmıştır. Bunun yanında gözlem aletlerinin boyutunu büyütmek yerine onları çapraz çizgilere bölmeleyerek duyarlılığı arttıracağını keşfederek verniye ilkesinin temellerini atmıştır. Aşağıda ekliptik eğimin değerini bulan bazı bilim adamlarının ortaya attığı sayı değerleri bulunmaktadır:
Bilim adamı Yıl Ekliptik eğimi
Batlamyus - 23 50’
El Me'mun astronomları 832 23 33’ 39”
Sâbit bin Kurre 875 23 30’ 30’’
El-Battânî 880 23 35’
El-Bîrûnî 995 23 27’
Tycho Brahe 1790 23 30’
Bradley 1750 23 38’.3
Modern ölçütler 1950 23 26’.7

Diğer bilimler

Bîrûnî, "Kitâbü’l-Camahir fi Mârifeti'l-Cevâhir" (Türkçe: Cevherlerin özellikleri üstüne) adlı yapıtında 23 katı maddenin ve altı sıvının özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine çok yakın olarak saptamıştır. Aynı şekilde Hint tarihi hakkında da kitap yazan Bîrûnî, Hintlilerin inandığı boş inançları, inanışlarını, yaşam biçimlerini ve gelenek-görenekleri çok ayrıntılı olarak anlatmış, bunu yaparken tamamen tarafsız ve önyargılardan uzak davranmıştır.

Tıp alanında da birçok eser veren Birûni, döneminde bir kadını sezaryenle doğum yaptırmayı başarmıştır. Şifalı otlar ve birtakım ilaçlar üzerine yazdığı "Kitabu's Saydane", Birûni’nin son yapıtı olmakla beraber 1050'de yazılmıştır. Bu kitapta üç bin kadar bitkinin neye yaradığını ve nasıl kullanıldığı yazmaktadır. İlaçların yanında o bitkinin Arapça, Farsça, Yunanca, Sanskritçe ve Türkçe gibi başka dillerdeki adının yer alması etimolojik açısından çok önemli bir gelişmedir.
Bilimsel bakış açısı olarak İbn Sînâ'nın Aristo tarzı düşüncesine karşı çıkan Bîrûnî, tek tanrı inancını benimseyerek Evren'in bir başlangıcının olduğunu, öncesiz bir Evren'in tanrının gereksiz sayılması demek olduğunu savunmuştur. İbn Sînâ'nın bu tarz yaklaşımına sürekli karşı çıkan Bîrûnî'nin İbn Sînâ ile yazışırken yaptığı tartışmalardan bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır.
Öte yandan Bîrûnî, astroloji gibi bilim sayılmayan bir konuyla da ilgilenmiş ve "Kitâbu't Tefhim fî Evâili Sanaati’t-Tencîm" adında bir astroloji eseri yazmıştır. Ancak simya, efsun, büyü gibi diğer akıl dışı alanlar üzerinde çalışmadığı gibi bunlara karşı çıkmıştır. Bunun yanında Bîrûnî, devletlerin tarihlerini incelerken ekonomik nedenleri araştırarak devletlerin ilişkilerinin altında dînî nedenler aranmasının yanlış olduğunu öne sürmüştür.
Batı'da "Aliboron" adıyla bilinen Bîrûnî'nin yapıtları birçok Batı diline çevrilmiştir. Bîrûnî, hiçbir eserinde tek bir bilime veya konuya bağlı kalmadan bilimi tek bir bütün olarak gören bir ansiklopedisttir.

Eserleri

Bîrûnî'nin onlarca yapıtı arasında en çok bilinenleri aşağıdaki gibidir:
  1. El-Âsâr'il-Bâkiye an'il-Kurûni'i-Hâli-ye
  2. El-Kanûn'ül-Mes'ûdî
  3. Kitâb'üt-Tahkîk Mâ li'l-Hind
  4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l-Emâkin li Tas-hîh-i Mesâfet'il-Mesâkin
  5. Kitâbü'l-Cemâhir fî Mâ'rifet-i Cevâ-hir
  6. Kitâbü't-Tefhîm fî Evâili Sıbaâti't-Tencîm
  7. Kitâbü's-Saydele fî Tıp

Kalıt


Türkiye'de 1973 yılında basılan El-Bîrûnî posta pulu.
Bîrûnî, günümüzde en bilinen İslâm bilginlerinden biridir. Tüm Dünya'daki çeşitli ülkelerde Bîrûnî'yi anmak için sempozyumlar, kongreler düzenlendi, pullar bastırıldı. Türk Tarih Kurumu 68. sayısını "Bîrûnî'ye Armağan" adıyla Bîrûnî‘ye tahsis etti. 1973 yılında Türkiye'de basılan pullar arasında Bîrûnî'ye de yer verildi. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi 1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel dâhî Bîrûnî; Astronom, Tarihçi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı. Bîrûnî’ye ait bir minyatür, İstanbul'daki Topkapı Müzesi'nde bulunmaktadır.


Kaynak: Wikipedia.com